30 Kasım 2015 Pazartesi

Dostoyevski - Budala

     Budala. Kısa bir özet geç derseniz : Hastalık hatası, budala diye sıfatlandırılan aşırı temiz/saf kahramanımızın farklı insanlarla olan ilişkilerini bize yaşatan dram dolu bir kitap budala, der üç noktamı koyarım.

     Her kitapta olduğu gibi bu kitapta da olayları sanki ben yaşar gibi oldum. Örnek vermek gerekirse ; Generalin küçük kızına aşık oldum, kafamda onu düzeltim ve onunla mutlu sonla biten bir ömür sürdüm. Bizimki ise Nastasya yüzünden bana göre her şeyi berbat etti. Lafın kısası kahramanımız olan prensi çok sevdim ama her özelliğini değil. Sakarlığını sakarlığıma özellikle çok benzettim. Neyse zaten hepsi kitabın içinde yatıyor ve sizin onu okumanızı bekliyor.

     Son cümlelerimde Dosto klasını konuşturmuş diyorum. Dostonun insanın doğasını adı gibi bildiğinden eminim diyorum ve sizi bu kitabı okumaya davet ediyorum.

     Iyi okumalar...

Not : Oda yayınlarından okumanızı tavsiye etmem.(Çeviri hataları)
Bonus : Kitaptan önce veya sonra "Makinist" filmini izlemenizi öneririm. Kitap filmin içinde vardır. :)

18 Eylül 2015 Cuma

Ray Bradbury - Fahrenheit 451


                Fahrenheit 451, kağıdın ateş olmadan tutuşabileceği derece…

                Kitabı yine bir Mayıs ayında Kocaeli Kitap Fuarı’ndan almıştım. Okumaya ise ramazan ayında işten çıkışlarda başladım; aç karına. 
Yazarımız geleceğin Amerika’sında, itfaiyecilerin yangın söndürmek yerine kitap yakması olaylarını işlemiş. Açıkçası ilk bölümlerde, kitap bana durgun gelmişti. Taa ki kahramanımız olan Guy Montag, bana yakın çevremdeki bir kişiyi hatırlatan Claisere ile tanışana kadar. Claisere o kadar sevimli o kadar tatlı geldi ki bana, onun adı geçtiği yerleri pür dikkatle okur oldum. (Claisere’yi okurken yakın çevremdeki kişiyi daha da bir çok sevdim nedense). Küçük kız olan Claisere olmasa aslında kahramanımız bir hiç olurdu. Küçük kızımız o gelecekte ki dünyada hayatı tam anlamıyla yaşayan ender kişilerdendi. İtfaiyeci olan kahramanımız, kızımızın fikirlerinden çok etkilendi ev o da artık hayatı sorgulamaya başladı kitabın ilerleyen sayfalarında. Ama ne yazık ki küçük kızımız öldü(rüldü) -ve bu beni çok üzmüştü-.
Kahramanımız artık hayata at gözlüklerini çıkarmış bir vaziyette bakar oldu. Eşi, eşinin arkadaşlarının ve çevresindekilerin ne kadar dar zekalı (computer brain) olduğunu gördüğü vakit, beyninde artık bir virüs vardı. Ama bu virüs yararlı bir virüstü. Kitap yakmaya gittiği evlerden birinden, evin sahibesinin kitaplarla birlikte yanması olayından sonra dayanamayıp gizlice bir kitap çalmış oldu  kahramanımız. Kitabı eve getirip okumaya kalkışması ve eşiyle beraber tartışmaları evde bir deprem yaratmıştı.

Kahramanımız artık olayları iyi kavramıştı ve eskiden tanıştığı ve kitap gizlediğinden şüphelendiği bir profesörü aradı ve yardım istedi. Profesör ilk başlarda temkinli davransa da kahramanımızın iyi niyetini anladı ve kahramanımıza yardım etti. Profesörle birlikte planlar yaptılar ve profesör geliştirdiği gizli bir kulaklık/mikrofon aletini, iletişimleri hep devam etsin diye bizimkine verdi. Tabii bu sıralarda kahramanımız bir şeytanlık yapmış oldu ve bir kitabı itfaiye şefinin evine koyup ihbar etti. Yaptığı diğer bir şeytanlık ise , (işte bu gerçek bir şeytanlık) ne yazık ki eşinin arkadaşlarına kütüphanesini ifşa etmek oldu.
Bu sırada iş yerinde işler pek iyi gitmemekle beraber patronu kahramanımızdan şüphelenmiştir ve çaldığı kitabı geri istemiştir. Kahramanımız kitaplarından sadece bir tanesini patronuna teslim etmiştir. İlerleyen zamanlarda tekrar bir ihbar alırlar ve aldıkları adres kahramanımızın başından aşağı kaynar sular dökülmesine sebep olur. Eve gittiklerinde yani kahramanımızın kendi evine, çok dirensede evin yanmasına engel olamaz. O sırada kahramanımızı patronu tutuklamak ister ve silahlar çekilir neyse ki kahramanımız sadece ayağından yaralanır ve kaçmaya başlar. Artık şehirden uzaklaşması gereken kahramanız büyük bir kararsızlıkla profesöre gider ve kokusunu kamufle etmek için profesörün eski elbiselerini giyer, dağlara –çok uzaklara- kaçar.
Kaçtığı yerde kendini çok yalnız hisseder fakat öyle değildir. Ürkmekle beraber, bir grupla tanışır. Gruptaki herkes, kütüphaneleri ifşa olmuş olup kaçmayı başarın kişilerdir. Gruptakiler ise buna rağmen ünlü yazarların kitaplarını beyinlerine kazımışlardır. Kahramanımız da onlara katılarak bekler; belki bu zihniyetin bitmesini belki de hayatının bitmesini….









16 Eylül 2015 Çarşamba

Stefan Zweig - Satranç


          Satrançta usta olduğum zamanların etkisi ile ünlü blog sayfalarında Stefan Zweig'in övüldüğünü okuduğum zamanların etkisi...
          Sene 2014, aylardan Mayıs ve Kocaeli şehrinde yine bir kitap fuarı. Paramın hepsi bitti az bir miktar param kalmış cebimde, standları son son dolaşırken iş bankası standında gözüme bu kitap çarptı ve hiç düşünmeden aldım.
          Eve gittiğimde kitabın kısa olması ve içimdeki kuvvetli satranç aşkı beni bu kitaba doğru sürükledi. Beni bu kitaba sürükleyen hisler gibi kitabın kendisi de yine beni epey bir sürükledi.
          İlk başlarda embesile benzeyen şatranç şampiyonumuz, gemideki diğer sıradan oyuncular ve anlatıcımız arasında sönük bir oyun vardı. Ta ki bizim asıl kahramanımız olan doktor kendini tutamayıp oyuna müdahale etmesine kadar. O oyunda kahramanımızın hamleleri beraberliği getirmiş olsa da kahramanımız kendini tutamadığı için oyuna sevinememiş, üzerine kendine hayıflanmıştır. Bu olaylardan sonra anlatıcımız ve diğer yolcular kahramanımız olan doktora hayran olup peşini bırakmamışlardır. Kahramanımızın ise kitapta flashbackleri giriyor bu sıralar sahneye. Kahramanımız tutukluyken neler yaşadığı, ne acılar çektiği ama en sonunda kendini beslemesi, aklını beslemesi için kendine bir hazine aşırıyor, o hazine de bir kitap; satranç kitabı. Kahramanımızın iç dünyasında küçük kıyametler koparken imdadına yetişen bu kitap kahramanımızı bir satranç ustası değil bir satranç dehası/dahisi yapıyor. Kahramanımız olan doktor tüm kitabı ezberliyor ve artık kitaba bakmadan kafasından satranç oynamaya başlıyor: kendi kendine.
          Bu kadar flashback yeter diyorum ve gemiye dönüyorum ve kısa keserek yazımı bitiriyorum. Kahramanımızı gemidekiler satranç oynaması için ikna etmeye çalışıyor fakat doktor kabul etmiyor; ileride edecek. Doktorumuz hanzo şampiyon ile satranca tutuşuyorlar ve tabii ki kahramanımız yeniyor.
          Genel olarak yukarıda aklımdan kalanları özet gibi yazmaya çalıştım. Bu kitabı almayı/okumayı düşünenler yazımı okuyup kararını verebilirler. Kitap sade, akıcı ve sürükleyici. Kısa olması da bir çerez gibi yapmış kitabı ama çerez demek biraz hakaret sayılır gibi. Benden bu kadar hatam var ise bağışlayın, iyi okumalar... :)
         
BONUS :